Metropolde Tek Hücreli Aşklar.

[Bir Mihemsar Turpal eseridir.]

A: Über Fanzin #6’ya tuhaf kafalar. Bir cümleyle başlasın. Alsın yürüsün. Boka sardırması baki kalsın. Haydi bakalım.

B: Fanzin #5 abi.

C: Tutulma ona, hikayeyi yaz dedi.

D: Ee başlangıç cümlesi ne?

E: Hayır da, şimdi bunu gruba yazacağız galiba, sonra bir kişi toparlayacak cümleleri, yöntem bu mu?

F: Aynen. Çıkan hikaye olduğu gibi fanzinde yer alacak.

G: ‘Bir gün sabo terliklerimi çıkarmıştım, koku katlanılmaz boyutlara ulaşmıştı.’

Bir gün sabo terliklerimi çıkarmıştım, koku katlanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Bildiğim kadarıyla kokunun sebebi bakterilerdi. Aklıma lisede öğrendiğim bakteriler, terliksi hayvan ve amip, özellikle amip gelmişti. Liseden bahsedince aklıma gelen sadece bunlar değildi.

Avogadro sayısı da vardı. Bunlar liseden aklımda kalan gereksiz detaylar sizin için belki. Doğruyu söylemek gerekirse benim için de öyle. Ne bileyim lise bitti, ne bir bakteri ile oturup çay içtim, ne bir terliksi hayvan ile tenis oynadım, ne de bir amip ile konsere gittim. Avogadro sayısını hala ezbere bilirim, o ayrı. Az önce bir amip ile konsere gitmedim mi dedim ben? Peki, itiraf etmek gerekirse gittim. “Amip” diyordu bütün arkadaşları ona nedense, bir insan nasıl amipe benzer bilmiyorum; ama ben de bir gün tüm cesaretimi toplayıp sordum “konser için iki biletim var, Amip,
gelmek ister misin?” Amip’ten dünyanın o an için en mantıklı sorusu geldi. “Kimin konseri var?”

“Napcan kimin olduğunu, a Amip!” dedim sinirlerime hakim olamayarak. Terliğe benzeyen kıllı iğrenç bir şeydi. Seviyordum da aslında ama hayatında giremeyeceği ortama çağırmıştım, bulmuş da kıllısını arıyordu, kıllı şey. Aynen böyle dedim.

Güldü. Doğallığım çok hoşuna gitmişti. O gülünce ben sustum. Pişkinliği çok da hoşuma gitmemişti. Konsere götürecektim onu. Çok pis bir plan yapmıştım suskun ve sinsi. “Niye sustun, konuşmuyorsun” diye tısladı. “Dil nankör işte, konuşmayınca unutuyor insan”dedim. Bu yoruma bile inandı. “Hııı” dedi. Yürümeye başladık. Yürürken yine gülüyordu, gülerken birden “ya ben gelmeyeceğim” dedi. Ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım. Gelmezse hayatımda çok da bir şey değişmeyecekti ne yalan söyleyeyim. Ama bunu da söyleyip iyice kırmak da istemiyordum (ki zaten kırılmıyordu, ne desem gülüyordu sinir bozucu şekilde). Ama bir yandan da çok kırılası bir varlıktı. Hayatta bir şeye de kırılsın istiyordum, her şeye gülüp geçerek yaşayamayacağını göstermek istiyordum ona. Neden böyle bir vazife üstlendiğimi de çok düşünmemiştim. Acaba her şeye güldüğü için mi amip diyorlardı ona. Sorsam mı acaba? Sormadım. Her şeye gülüp geçene amip demezlerdi herhalde. Gereksiz iyimser, aptal, saf, beyinsiz… gibi daha uygun sıfatlar var nihayetinde bu tip varlıklar için. Amip lakabını alabilmesi için daha saçma bir huyu olması gerekiyordu. Konsere gelse en azından bir üç-dört saat beraber vakit geçirecektik. Kesin anlardım o zaman ona neden Amip dediklerini. Sarhoş falan olunca kendi anlatacaktı zaten, çok da emindim bundan. Ya da saçma sapan bir hareketini, cümlesini gözlemleyecektim, o anlatmadan ben anlayacaktım ne ayak olduğunu. “Gel gel Amip, muhabbet olur işte” dedim. Zaten o sırada varmıştık konser alanına. Daldık içeri. Dalmaz olaydık.

Meğer konser benim dimağımın çok çok üzerinde bir seviyede dans edilesi bir ortam sunmuş. Herkes kendinden geçmiş. Uzunca bir süre, değil Amip’in gizli dünyasına usul usul girmek, konser mekanının verimli seyir bölgelerine bile sığmaya yeltenememiştik. Leş gibi ortamdı. Derken bir göz kırpması ile Amip ortadan kayboldu. Bir sonraki hatırladığım sahnede Amip dans eden korkunç kitlenin tam ortasındaydı ve kendine bir dans çemberi yaratmıştı. Kıvrak ve jelibonumsu figürler ile adeta şakıyordu. “Acaba?” dedim kendi kendime. “Acaba bu figürler biraz Amipsimtrak akışkanlıkta mıydı?”. Vücudumdaki galonlarca kan aynı anda beynime hücum etti.

“…Psodopod denilen yalancı ayak uzantıları ile akar gibi hareket ederler. Hareket edeceği zaman vücudunun bir kısmı uzamaya başlar. Biraz sonra stoplazması bu kök gibi uzayan kısmın içine akar. Böylece amip ileriye doğru yol almış olur…” Kanla dolan beynimde şimşekler de çakıyordu artık. Yalancı ayaklar… Dans ederken kollarının uzaması… Kolların birden öne doğru ilerlemesi… Hassiktiiiir dedim, biraz da sesli. Yanımdaki iki kişi biraz uzaklaştı benden. Amip bu dedim, insan değil bu dedim. Amip’ten mi hoşlanmışım bu yalan dünyada, hay anasını, vay anasını dedim. “Evet” dedi. Kafamı çevirdim, yanımdaydı. Ve, tabii ki, gülüyordu. Ben fena tırsmıştım. Kapıya doğru yavaş yavaş yollanayım dedim, Amip ile anlamsız gergin bir diyaloga girmek istemiyordum.
Amip’in başını çevirdiği bir anda hızlı ama sessiz adımlarla kapıya ilerledim. O anda birden, birden fazla Amiple karşı karşıya kaldım. Beynime gerçekleşen ilk kan hücumunu yeni savuşturmuşken çok daha ağır bir kontra atak yemiştim. Durduramıyordum, çoğalıyorlardı. Hepsinin yüzlerindeki gülümseme katlanılmaz bir hal almıştı, durduramıyordum, bölünerek çoğalıyorlardı. Boş bulduğum yönlere doğru koşuyordum artık, kalabalığa aldırmadan, boş bulunuyordum, Amiplerde boş yer bulamıyordum. Ayaklarımdan terler boşanırken, desibel rekoru kıran bir çığlığa imza attım. Uyanmıştım, dayanılmaz bir koku vardı, sabo terlikler tekrar ayağımdaydı.

Yanımda da Amip. Elinde pis bir bezle alnımdaki terleri siliyordu. Uyuz bir sakinlikle “iyi misin?” dedi. “N’oluyor lan, sen odamda ne arıyorsun, kabus bitti ya” diyecektim ki “konserde bayıldın, seni evine getirdim” dedi. Burada Amip’in cevaplaması gereken iki soru vardı. Birincisi evimi nereden bildiği idi, ikincisi, ikincisini düşünemedim. O sırada alıcı gözle Amip’e bakıyordum. Tamam, belki insan değildi; ama çok kötü bir varlığa da benzemiyordu. Belki de tanıdıkça çok sevecektim onu. Neden bu kadar paniklediğimi düşündüm, biraz da mahcup hissettim, bayıldım diye
üşenmemiş evime getirmiş beni, o kadar ilgilenmiş, ama hala salak işte, neden bayıldığımı sorgulamamış belli ki. “Neden bayıldığını biliyorum” dedi o sırada. İyice tırstım. Ama bir yandan da nihayet anlatacak diye sevindim. Bir insan nasıl amip olur ya da bir amip nasıl insan olur, sonunda öğrenecektim.

“Amipli dizanteri” dedi. “Entomoeba histolytica ismi verilen amipin yol açtığı bir hastalıktır.Hasta, amipin bulaşıcı formunu ağız yoluyla alır. İnce bağırsaklarda kist çatlar ve ortaya dört tane amipçik çıkar. Bunlar da ikiye bölünerek 8 amipçik oluşturur. Daha sonra kalın bağırsağa geçerek, hastalık yapıcı form olan trofozoid şekline dönüşürler ve olgunlaşırlar. Burada su kaybına uğrayan amip, tekrar 4 çekirdekli kist formuna dönüşür ve dışkı ile atılır.” “Eeee, Amip, sonra ne demiş Nasreddin Hoca?” dedim sinirle. Dalga geçmenin de bir sınırı vardı, aptal yerine konmaya hiç gelemem. Duymamazlıktan geldi. “İşte ben de su kaybına uğrayıp dışkı ile atılmayı bekledim haftalarca, çok meraklı değildim bu kızın kalın bağırsağına, isteyerek de gelmemiştim zaten, ama olmadı, bir türlü su kaybına uğramadım. Sonra sonra yerimi de sevdim” diye devam etti. Yüzüne baktım, çok ciddi gözüküyordu. Gülerken bile ciddiydi. Sürekli güldüğünü her seferinde vurgulamaya gerek yok sanırım. Amip sürekli gülüyordu. Ama en son “sonra sonra yerimi de sevdim” derken, o pişkin açıklama ile o gülen ifade birebir örtüşmüştü.

Dayanamadım ve tam burnunun ortasına doğru bağırdım. “Ulan bok yolu hak yoluna tercih edilir mi? Dürzü herif ne işin var kızcağızın kalın bağırsağında ince bağırsağında. Adam olaydın da ağızda aft, burunda sivilce, gözde çapak, ne bileyim, iki ayak parmağı arasında mantar olaydın. Böyle densiz tek hücrelilik de daha hayatımda görmedim yemin ediyorum.” Bu ağır sözlerime karşı ne diyeceğini şaşırdı. Laflarımın bitmesini beklemesine bile şaşırmıştım. Densiz ama saygıda kusur etmeyen bir yaratıktı.

“Sev” dedi. “Yaradılanı sev, küçük görme tek hücreliyi. İsteyerek olmadı diyorum sana, ben de istemedim o kalın bağırsakta gelişmeyi. O kızcağızla da çok konuştuk biz bu meseleyi. Bak dedim, çıkamıyorum ben bağırsaktan, kurtul benden. O da önceleri hor gördü, aşağıladı farkında olmadan. Yok dedi, seni bir süre misafir edebilirim, Allah’ın tek hücrelisisin, ne zararın dokunacak bana. İnanıyormuş bir gün kendiliğimden çıkıp gideceğime. Yanaşmadı benden kurtulmaya. Sonra ben bağırsağa geleni yemeye başladım, semirdim resmen. Yerim dar, bölünemiyorum da. Yine konuştum kızcağızla, bak dedim büyüyorum ben, bu işin sonu yok, kurtul benden. Yine yanaşmadı. Çok alışmış bana, haftalardır berabermişiz, çok şey paylaşmışız, boşluğa düşmek istemiyormuş.” Bu ne biçim mantık arkadaş. İçindeki tek hücreliye bağlanan bir kızcağız profili ile karşı karşıyaydım şimdi de. Lanet olsun sizin aşkınıza. Aynı bedeni paylaşıyorlarmış. Kız Amip’e deli gibi aşıkmış. Amip de minnetten mütevellit duygularla terk edemiyormuş. Yalanını yesinler. Fil gibi oldum, çıkamadım anüsten demiyor da minnet, vefa masalları anlatıyor. Bir yandan da fena bozulmuştum. Resmen bir aşk hikayesinde yeri olmayan üçüncü şahıs olmuştum beklemediğim anda. Pişkindi, gülüyordu, densizdi ama konsere çağırana dek ne hayaller kurmuştum günlerce. Kız’a da üzüldüm. Ama Amip sevmiyor belli ki onu. Acaba Amip’i Kız’ın bedeninden çıkarabilir miydim? O zaman medeni bir şekilde konuşur, yollarını ayırırlardı. Nefesimi daraltan asıl mesele ise bambaşkaydı. Şimdi ben Kız’dan mı hoşlanıyordum yoksa Amip’ten mi? Karşımda saçma sapan bir beden var. Yarısı Amip, yarısı Kız. Hem Amip, Hem Kız. Yatakta oturmuşuz ben, Amip ve Kız. Kız bana bakıyor, ben Amip’e. Amip bana gülümsüyor, ben Kız’a.

O anda ortalığı inanılmaz bir koku sardı. 1995 yazında Kumburgaz-Kamiloba sınırında yer alan Şirin Kum Sitesinde, -ki o sezon plaj futbolu turnuvasında şampiyonluğa oynayan bir futbol takımları vardı, ayağı kırıldıktan sonra yeni yeni form tutan Okan Buruk ziyarete gelmişti takımı- duyumsamış olduğum bir kokuydu bu. Çok keskindi, dayanılmazdı, kayıtsız kalmak mümkündü değildi. Evet, gündüzleri çıplak ayakla meşin yuvarlak peşinde ayaklarımızı pişirirken, geceleri Hale-Bopp kuyruklu yıldızını tüm evrenle beraber keşfettiğimiz o günlerden hatırladığım bu koku vidanjör kokusuydu. Sanırım Amip çıkış yolunu bulmuştu…

A: çıkış önerine…
B: amip de hayvan çocuğu
C: birbirlerine gülümsüyorlardı en son, vidanjör geldi…
D: sırf okan buruk detayı vermek için hikayeye vidanjör soktun ya ne diyeyim
E: neyse yapacak bir şey yok…
F: okan buruk en son aklıma geldi, aslında tad dondurma vardı onu da koyabilirdim
G: bıkmış belli ki. ansızın geldi gerçekten. ishalsi.
H: bunun bok yoluna gideceği aşikar değil mi? ama bokun da güzelliği var
I: bok candir. boka laf yok. boka cünyırs.
J: bok yaş iken…
K: şaka maka temaya da sadık kaldık
L: “Bir cümleyle başlasın. Alsın yürüsün. Boka sardırması baki kalsın. Haydi bakalım.”… evet, bayağı sadık kalmışız. bence burada kalsın artık…